Karoline: Özür dilerim Jack!O anda ne dediğimin, ne düşündüğümün farkında değildim. Kaç haftadır çıktığım Karoline, bana babam hakkında mesajlar gönderen kişiymiş. Onlara göre babam yaşıyormuş ve bu ikisi (Karoline ve ismini bilmediğim Bodyguard) babamın adamıymış. Daha olayı tam çözemeden babamın adamı olduğunu söyleyen ve beni, sözde babama götürmek isteyen bodyguard ceketinin sakladığı cepten silahını çıkarıp kafama vurdu.. Sonrasını hatırlamıyorum.. Ardından gözlerimi açtığımda bir odadaydım. Burası ne Karoline'in ne de benim evimdi. Odanın duvarları sarıya boyanmıştı. Odada bir netbook (diz üstü bilgisayarların daha küçüğüne verilen isim), bir yatak ve bir "demir kapı" vardı. Ayrıca bir de pencere vardı ama ben hayatımda bu kadar kalın bir pencere görmemiştim. Bu kadar kalın olmasının nedeni sanırım içeriye soğuk geçirmesini önlemekti. Çünkü camdan dışarıya baktığımda bir anda kalp krizi geçiriyorum sandım! Cam bir oto yola bakıyordu ve oto yolun biraz ilerisinde, kardan görebildiğim kadarıyla "Welcome to Russia" yazıyordu. Bu yazıyı görünce sanırım "beni öldürücekler" diye düşündüm. Olaylara bir bakınca, sevgilim beni yemeğe davet etmiş; onun evine gittiğimde kapıyı bir adam açmış. Karoline ve kendisinin "sözde babamın" adamları olduğunu ima etmiş; ardından beni silahla bayıltmış ve Rusya'da bir oto-yol'un yanındaki bir tahmin ettiğim kadarıyla motel'in odasına kapatmıştı. Kapalı olduğum odanın bir motel odası olmadığı belliydi aslında ama ne olduığu hakkında motel dışında başka bir fikrim de yoktu. Demir kapılar, aşırı kalın camlar normal bir motel odasının sahip olduğu özelliklerden değildi. Camdan "Welcome to Russia" tabelasını gördükten sonra demir kapıyı yumruklayarak sesimi duyurmaya çalıştım. Ama o bela kapı ne kadar ağırsa ellerim kanayana kadar o kapıya yumruk atmama rağmen kapıdan en ufak bir ses gelmiyordu. Ne yapacağımı bilemeyip hem bağırıyor hem ağlıyordum...
Jack: N-Ne için? Bu adam da kim?
Bodyguard: Baban için çalışıyorum.
Jack: Ne saçmalıyorsun sen? Sürtük! Rahmetli babam hakkında böyle konuşmaya nasıl dilin varıyor! Ayrıca sen benim babamı nereden tanıyorsun! Yoksa o e-postaları gönderen sen miydin?
Karoline: Hayır Jack, o değildi. Sana o e-postaları gönderen bendim.
Jack: Ne saçmalıyosun sen Karoline? Kimsin sen? Bu adam kim!
Bodyguard: Seni babana götürmemiz gerek
Jack: Cehennemin dibine git!
Orada bir sürü fişin ortasında duran netbook'a dokunmak hiç aklıma gelmemişti. Belki bu mini bilgisayar sayesinde bir yerlerden yardım çağırabilir veya tam olarak nerede olduğumu, neden orada olduğumu anlayabilirdim. Dediğim gibi yerde duran o netbook'un etrafında bir sürü, sanki yüzlerce fiş vardı. Bu fişlerin hepsi yerdeki gıcırdayan parkelerin köşe kısmında küçücük açılan bir delikten uzanıyordu. Ve bu fişlerin her biri netbook'a bağlıydı. Netbook'un ekranını kaldırdım. Ve klavyesini görseniz inanamazsınız. Bildiğimiz "Q" veya "F" türü klavyelerden değildi. Üstünde "Start the system" ve "Kill Bill" yazan bir düğme vardı. Bu kocaman düğmelerin dışında A-Z ve 0-9 karakterleri vardı. Herhangi bir maus'u yoktu. Netbook'un ekranını kaldırdıktan sonra gördüğüm klavyedeki, sizlere bahsettiğim tuşlar dışında herhangi bir çalıştırma düğmesi yoktu. Ben de "start system" yazılı düğmeye bastım. Birden makina çalışmaya başladı ve garip garip sesler çıkarmaya başladı. En sonunda "London Mystic System" yazan bir mavi ekran çıktı. Aynı zamanda ekranda 10 saniye içinde bir tuşa basmazsanız sistem imha olacaktır yazıyordu. Ben de klavyeden rastgele bir tuşa bastım ve mavi ekranın yerini bildiğimiz klasik windows 98 ekranı aldı. Bu devirde Windows 98 mi kaldı demeye kalmadan birden "London Web Explorer" isimli bir çakma internet explorer açıldı. Bu web tarayıcısının başlangıç sayfasında "bir internet sitesi adresi giriniz" diyordu. Ben de direkt olarak "benbumuyum.blogspot.com" u denedim. İnternete bağlanacağından emin değildim. Ve 3-4 dakika sonra anca sayfa açıldı. Ben de bir ümitle maps.google.com adresine girdim. Bu adresten tam olarak nerede olduğumu öğrenebilecektim! 10-15 dakika sonra sayfa açıldı ve tam olarak nerede olduğumu öğrendim. Nerede olduğumu tahmin edin! Türkiye! Hem de Türkiye'nin göbeği! Ankara'da şehrin biraz dışarısında bir bölgedeymişim. Bölge etrafında herhangi kayıtlı bir dükkan, mağaza veya yerleşim birimi yoktu. Fakat o zaman camdan baktığımda nasıl "Welcome to Russia" ve kar manzarası görüyordum. Emin olmak için bir daha camdan baktım. Yine aynı şeyleri görüyordum. Fakat sonradan anladım ki dışarıya yerleştirdikleri bir gerçek değil, bir dekordu. Benim Rusya'da olduğumu düşünmemi istemişlerdi fakat beni Türkiye'ye, daha doğrusu Türkiye'nin göbeğine "kaçırmışlardı". Bunu neden yaptıklarını anlamaya çalışırken şunu düşündüm; Madem benim Rusya'da olduğum düşüncesine kapılmamı istiyorlar, neden bir netbook ve bir internet bağlantısı sunuyorlardı. Bunları anlamak için zaman ihtiyacım vardı.. Şuanda bunları sizlere bahsettiğim odadaki netbook'tan yazıyorum.. Ne yapacağımı bilmiyorum!!!
0 yorum:
Yorum Gönder